Sayfalar

4 Temmuz 2014 Cuma

İstanbul'a Olan Sevgim

Ne demişler, İstanbul'un hissettirdikleri her insan da farklıdır.

  Sahiden cansız bir nesnenin taşın toprağın hissetirdikleri neden bu kadar derin olur ki.
Sanırım bu hisler beni küçüklüğümden izlemeye başladı. Henüz çocukken annemin yılda bir dediği karşı ve taksim laflarında Taksimin taksi durağından ibaret olduğunu Karşının ise caddenin karşısı olarak sanmamla başlamış olmalı bu güzel duygu. Dördüncü sınıfa geldiğimde ilk özgürlüklük anılarımı yaşamıştım aslında, akranlarımın aileleri evlerinin kapıları önünden ayrılmasına izin vermezken annem beni sadece bir kez okula otobüsle götürmüş ve bundan sonra kendin gideceksin demişti (Okul ve ev arası İçerenköy ve Bostancı olur yürüyerek 30 dakika civarı sürmektedir.) Sanırım annemin bana güvenmesi ve rahat bırakışı, benim özgürlüğümü keşfetmem, İstanbul'a karşı olan aşkımı derinleştirmişti.


Lise yıllarında İstanbul'a olan aşkım ve sevgimizin arasına Düzce'nin girmesiyle aramızda ki özlem kökleri giderek aşağı salmıştı ve bir çınar ağacı görünümünü almıştı. Tam kendimi keşfetme ve özgürlüğe olan açılan kapımda, annem bana güvenini dahada gösterip il dışında okumamı uygun görmüştü (Belkide bu benim için en iyisi olmuştu). Şaşırtıcı derecede olumlu karşılamıştım bu yeniliği.Akranlarım eve dönmek için göz yaşları dökerken ben telefonumun azizliğine uğrayarak (Çekmiyordu) yaklaşık bir 3 hafta kadar ailemle konuşamamıştım ve çokta şikayet etmiyordum hatta okul birincisi olma gibi bir hayalim de yok değildi.Acemilik işte aslında, bir hocadan rica etsem hatta gidip çarşıdan ankesörlü telefondan arasam görüşebilirdik. Sırf bunu anlamak için bile onları yaşamam gerekiyordu belki de kim bilir.

İlk seneler bol bol İstanbul'a gelip dururdum, kendi evimde kendi şehrimde misafirlik duygusu yaşıyordum nedense. Artık yaz gibi uzun tatiller de bile İstanbul'u keşfetme duygusu kalmamıştı. Fakat ilk okul birinci sınıftan beri arkadaşım olan, en iyi arkadaşım dediğim Anıl'la macera arayışımız ve anılarımız devam ediyordu, hemen hemen her hafta sonu gittiğimiz farklı sahiller ve havuzlar belkide İstanbul'u keşfetme arzumu dindiriyordu. 

Sonunda lise sona gelmiştim ve bir şekilde tabiri caizse İstanbul'a kapağı atmıştım.İlk boğazdan geçişimi dün gibi hatırlıyorum o his yok mu o his gerçekten bütün çalışmaya değerdi.

Günler geçiyordu ve İstanbul'un farklı yüzlerini görmeye başlıyordum.Gecesi gündüzü öğleni.Ben yeni şeyler kattıkça nedense eski mutluluklar kendisini alışkanlığa bırakmıştı.O köprüden ilk geçtiğim his yoktu. Eskiden metrobüsle geçerken her yere didik didikleyerek bakan, denizin maviliğinde kısada olsa hayale dalan ben, kendimi önümdeki kitaba yada dinlediğim müziğe vermiştim.

Artık anlamaya başlıyorum sanırım.O ilk hissettiğiniz hissi, devamlı hissetmenizin imkanı yok. Her şey kendini bir süre sonra alışkanlığa bırakıyor tıpki ilk bisiklete binişiniz gibi, tıpkı ilk kez gondola binişiniz, ilk Go-kart deneyiminiz ya da o an mutlu olduğunuz her an gibi.

Sonra bir gün bunları dedikten sonra her zamanki gibi aynı duraktan farklı metrobüse binip aynı yerden geçiyordum. Durup sadece denize baktım ve yine hayale daldım.
Anladım ki gerçek mutluluk hep orada, aslında hep karşında, sadece bunun farkına varman gerekiyor. Alev belki sönebilir ama başta o ateşi ortaya çıkarmak için elinde olan odun parçaları zaten sende hala mevcut ve tekrar yükseltebilirsin alevleri, aşkın yükselebilir tekrar göğe..

İşte böyle bir his İstanbul'a olan sevgim, hep karşım da hep beslenen bir alev..

Samimi Yazar iyi okumalar diler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder